
ağaçlar ve yapraklar
- zeynep selma kırılmış
- 2 Tem 2024
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Tem 2024
gelen her trenin dumanı bile yağmurdan kaçmak istercesine çabucak yok oluyor. sıradan bir bahar akşamı yine, insanlar günlerdir durmayan yağmurlardan bıkmış artık. olması gereken yağmur kokusunun aksine soğuk bir koku kaplamış dört bir yanı. kokusu var ama kendi yok soğuğun. istasyondaki tek lambanın sarı ışığının yerdeki su birikintilerinden yansıması, etraftaki soğuk kokusuna rağmen insanın içini ısıtmaya çalışıyor. insanların yalnızlığından ya da lamba tek kaldığından pek de ise yaramıyor sanki. belki de renklerin insanların içini ısıtabileceği günlerden değildir bugün.
az ileride yaralı bir köpek, gökten damlayan sularla sızılarını gidermeye çalışır gibi, kaçmamış kuytulara. bulutların gözyaşlarıyla gidermeye çalışıyor acısını. “sızıyı gideren su, suyun sızladığını kimseler bilmez.”
yaşayanlar kaçıyor yağmurdan. bu da hayatın yazılı olmayan kurallarından. dışarıda sıra sıra banklar, bankların üstünde rüzgarın ağaçlardan acımadan kopardığı kuru yapraklar. az önceki ayrılığı çabuk unutmuşçasına ayrı ayrı şarkılar tutturmuş ağaçlar ve yapraklar. "üç adım ötede deniz / dosttur ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz / bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara / ağaç yaprak verir sır vermez rüzgara"
bekleyen yolcuların hepsi aynı sanki birbirinin. bir ressamın değil, bir makinenin çıkardığı bir örnek resimler gibi. bir kadın geliyor bekleyen yolcuların arasından. herkes gibi değildi birazdan gidecek biri nasıl görünüyorsa öyleydi işte. "çocuklar üşüyecek" renkli saçları vardı, ellerinde sanki çakıl taşları.. onun yıldızı mavi değildi ama kırmızıydı.
kadın ne yapacağını bilemiyor gibi, bir süre bankların arasında geziniyor. bulutlara bakıyor, gözyaşlarını gözyaşlarıyla sakladıkları için teşekkür eder gibi, ağaçlara bakıyor, toprağa bakıyor. en yakın banka oturup kulaklarını tıkıyor. dinleyen başka insanlara huzur verebilecek yağmur, rüzgar ve yapraklardan oluşan bu orkestra kadını daha da delirtiyor sanki. kadın bağırmaya başlıyor. hiçbir şey duymak istemiyor gibi, kimse bir şey duymasın der gibi. bekleyen yolcular aldırmıyor ona. veya “mış” gibi yapıyor. bir gün sıra onlara da gelecek çünkü, biliyorlar. korkmuyorlar ama, alışmışlar artık. derken tren geliyor. kimse
yerinden ayrılmıyor. sanki saatlerdir bekleyen onlar değilmiş gibi. zaten tren de geldiği gibi gidiyor.
kadın bağırmayı kesiyor, ayağa kalkıyor. birinin onu engellemesinden korkarcasına ne zaman bıraktığını kendisinin bile bilmediği çantasını hızla alıyor yerden. oysa o biliyor kimsenin onu engellemeyeceğini, engelleyemeyeceğini. o da “mış” gibi yapıyor. çantasından siyah, metal bir şey çıkarıyor. yalnızca bir hakkı var. zaten fazlası da gerekmiyor. hızlı adımlarla banka geri dönüyor. çok kısa bir an tereddüt eder”miş” gibi yapıyor. ama yine biliyor, sıra onda. olması gerektiği gibi. dedim ya birazdan gidecek biri nasıl görünürse öyleydi zaten.
ölümün ne demek olduğunu bilmeyen çocuklara hikaye şöyle anlatılır; gözlerini kapatmıştı ve istediği yere ulaşmıştı. "yaşarken mi oluyordu insanlar yoksa öldüklerinde mi başlıyordu hayat?" hani her gece rüyalarımızda bambaşka evrenlere gideriz ya gözlerimizi kapattığımızda bu sefer de öyle gibi miydi? yoksa o artık kayıp bir mezar miydi sadece?
"kaybolmuş mezarından
ölümsüz çiçekler
güller menekşeler derecekler
ve onları serecekler
umutsuz gönüllerin önüne."
ağaçların ve yaprakların şarkısından başka ses yok etrafta. derken bir tren daha geliyor. insanlar hiçbir şey olma”mış” gibi yapıyor. trene biniyor ve gidiyorlar. trenin dumanı hala kaçıyor yağmurdan. tren istasyondan kaçıyor, yolcular düşüncelerinden kaçıyor. damlalar buluttan, güneş topraktan, renkler insanlardan kaçıyor. geride ağaçlar, yapraklar, banklar ve ölüler kalıyor. köpek hala sızılarını dindirmeye çabalıyor ve hala herkes her şey normal”miş” gibi yapıyor.
zeynep selma kırılmış
mükemmel ♡ ellerine sağlık.
Çok güzel olmuş eline sağlık <3
Ve ölüyoruz kimseler görmeden...
Atilla İlhan'ın dediği gibi bu nasıl sonbahar?