Batan Gemi
- Ece
- 3 Tem 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Tem 2024
Seyrek nüfuslu bir adanın sakiniydi denizci. Güneş daha ufukta görünmeden, ada denize gözlerini açmadan uyanırdı. Titizliğinden eve sokmadığı köpeğinin kabını doldurmaya giderdi mutfağa. Kendisi pek duymazdı açtığı kapakların gıcırtısını. Ama köpeği uyandırmaya yetecek kadar rahatsız ediciydi. O saatten sonra uyuyamayacağını bilirdi köpek. Ardından denizci denizin dalgasında sallanan gemisinin güvertesinde yürüdüğü gibi sallana sallana elinde kapla evin önüne çıkardı, köpek kulübesinin yanına. Kabı yere koyarken anlardı köpeğin de uyandığını. Hemen sallanan sandalyesini yanına taşır, muhabbete başlardı. “Buraların tadı kaçmış” derdi hep, kendisi kadar olmasa da yaşlı köpeğine. “Sen hatırlamazsın bizimkileri. Aman tanısan susmazdın zaten! Canlı bi hayvan görmeyedursunlar ilgisi için delirirlerdi. Deli herifler! Sen de seversin ya havlayıp dururdun. Aman iyi oldu tanışmadığınız.” arada sallanan sandalyesinden eğilip bakıyordu güneşin bağrına uzanmış köpeğine. Dikeldi. Anlatmaya devam etti. “Hele bir dostum vardı. Bak o seni topa koştururdu işte.” Ayağını yavaşça top atar gibi yere sürttü. Sırıttı. “Adı neydi o koca adamın?” Durdurdu sandalyeyi. Birkaç saniye bekleyince hep gelirdi aklına. Köpekten öte yana dikti gözlerini. İsmi bir türlü aklına gelmedi. Biraz da konuyu değiştirircesine “Koşar mıydın be rüzgar gibi.” dedi. Göz ucuyla baktı hayvana. “Bak sana nasihat bak. Sakın yaşlanma. Dize dişe hiç iyi gelmiyo be!” Dediklerine güldü. Sonra bir iç çekişle gözlerini ışıkların yeni yeni dokunduğu iskeleye dikti. “Sen 78 kışını da bilmezsin şimdi. Kahveden zorla çıkardım bizimkileri. Sürükleye sürükleye. İçleri geçmiş tabi heriflerin. İki metre kar var dedim önce. Ona ikna olmadılar. Sonra baktım dışarıda bi karaltı yuvarlanıp duruyo. Tuttum kollarından, dedim ki yahu biz de eğlenelim, bakın köpek bile-” duraksadı denizci. Kaşları çatıldı. “Yani sen diyecektim. Ne güzel eğleniyordun.” konuşması yavaşladı. Sesindeki heyecan azaldı. “Bilirsin o zaman. O geçirdiğimiz kışı yani. Birlikte geçirmiştik zaten.” Biraz susup düşündü. Kaşlarını yeniden kaldırdı. Az önceki hevesiyle yeniden açtı ağzını. “Dinle bak benim bir arkadaşım vardı. Şimdi aklımda yok ismi ama onunla iyi anlaşırdınız. O kesin seninle top oynardı.” denizci tekrar durdu. Dudaklarını birbirine bastırdı. Boğazının düğümlendiğini hissetti. “Yok” dedi. “Bunu az evvel demiştim.” Denizci sustu. Kafasını hafifçe iki yana salladı. Ne diyeceğini bilemedi. Bu bir dakikalık sessizlik ona bir asır gibi geldi. Sessizliği geveleyerek bozdu. “Bu kadar yıl… iyi gelmiyormuş. Kime iyi gelir zaten? Bak bizimkilerin hiçbiri kaldıramadı. Kalmadı hiçbiri. En çok da ikimize iyi gelmedi. Biz iki bunak… bu kadar uzun yaşamak, bir ömür onca insan tanımak sadece sonra onları yolculamak içinmiş. Sona kalmayı, böyle bir başıma kalmayı ben istemedim. Geç kaldım herhalde, neticede yetişemedim bizimkilere. Hep bana dediler ‘Kaybınız için üzgünüz’ diye. Kaybetmekten çok yoruldum. Anlarsın ya.” Tekrar göz attı köpeğe. “Anlarsın değil mi?”
Hep çok konuşurdu denizci. Hiç gereğince konuşmazdı. Gençken muhabbeti sevdiğinden konuşurdu. Yaşlandıkça “Bakın hala anlatacaklarım var benim, bende iş var hala” diyebilmek için konuşurdu. Ama en çok da görülmek içindi bu çabası, duyulmanın aksine. Sesi çıkınca hayatta hissederdi. Başından geçenleri anlatmaya başlayınca insanların dönüp de bakmasını severdi. “Ben de varım işte” demekti denizciye göre. “Benim söyleyeceklerim çok anlat anlat bitmez, ben bitmem.” diyebilmekti. Hem hala anlatacak birileri varken konuşması en iyisiydi fikrince. Çünkü kendi kendine konuşamazdı denizci. Birkaç defa denemişti ama konu konuyu açmamıştı, yalandan da olsa gülememişti arada yaptığı ucuz esprilere, o rahatsız eden sessizlik olduğundaysa boşluğu doldurmak için söyleyecek iki çift laf bulamamıştı. Ne diyebilirdi ki? Her şey ortadaysa konuşacak pek bir şey olmazdı. Yok yalnız kalamazdı hayır, yalnız bırakılamazdı. Kendi kendine bırakılamayacak kadar yalnızdı. O yüzden bir dostuylayken çenesi düşerdi. Susmaktan korktuğundan; hayata verecek anısının, düşüncesinin kalmamasından; tükenmekten; kıyıya varmaktan… sahi insanların hiç kıyısı olur muydu? Varsa ne olurdu sanki, gidecek yolu kalmasa ölür müydü?
Bu soruyu, derdini anlatmaya çalıştığı hayvana bakınca anladı. Önce gözleri büyüdü. Biraz bakakaldı hayvanın yeni donmuş gözlerine. Sonra kaşları çatıldı. Sorduğu soruyla hafif açık kalmış ağzını kapadı. Boğazı düğümlenmişti. Yine de yutkundu. Başını sandalyenin sırt yerine yasladı. Gözlerini yumdu. Ellerini yumruk yapmış sıkıyordu. Farkında değildi. Denizi taşıran son damla, gözlerinden yanağına süzülüyordu. Yine kaybetmişti denizci. Yine, yine. Bir yerden sonra hayatına hiç yeni insan girmemişti. Belki de kendisi sokmamıştı. Her gelenin bir gidişi vardı ne de olsa. Başka bir “merhaba” ile bir veda daha garantilemek istememişti belki. Kalkma vakti gelmişti. Sandalyenin kollarından güç alarak doğruldu. Bir iki ağır adımıyla kulübenin yanına vardı. Acıyan dizlerini bükünce hayvanın yüzünü daha net görebildi. İki avucunu köpeğin yüzüne götürdü. Ellerinin titremeye başladığını fark etmemişti. Bir iki denemeyle köpeğin yere bakan gözlerini kapadı. Ön ayaklarını biraz kendine çekip kucakladı. Köpeği bir omzuna yatırdı. Boşta olan eliyle ön kapıyı çekti. Arkasını dönüp iskeleye yöneldi denizci.
Sorduğu sorunun cevabı ortadaydı. Anladı. Gidecek yolu kalmasa... yok, ölmezdi. Ölmek en kötüsü değildi. Dostlarından biliyordu. En kötü gün onları kaybettiği gün olmamıştı hiçbir zaman. En azından yapacak bir iş oluyordu. En kötüsü ölü kaldıkları diğer günlerdi. Bu yüzden sonunda sustuğu gün değil, tek kelime konuşamadığı kalan günler acıtacaktı canını. İşte bu yüzden kimsesiz kalmışken, acısı daha yeniyken gitmeye karar verdi. Son bir kez yola çıkmaya…
İskeleye ağır adımlarla ilerlerken birkaç balıkçının sesini duydu. “Hadi beyler evlere! Fırtına geliyormuş, bize ekmek yok!” Denizci, ağlarını toplayan adamların arasından geçti. Kimse dönüp bakmadı. Denizci dönüp bakmaya değer biri gibi gözükmüyordu. O da tek kelime etmeden teknesinin düğümünü çözdü.
Çok değil biraz ileride kapkara bulutlar kendini gösteriyordu. Fırtınanın dalgaları yeni yeni kıyıya çarpıyordu. Denizci teknenin motorunu çoktan çalıştırmış, denizin ortasına doğru ilerliyordu. Gittiği yere kafasını kaldırıp da bakmıyordu. Kucağında sevgili dostu, gözlerini teknenin sallanan tahtalarına dikmişti. Bulutların gölgesi tekneyi kararttığında denizci kulaklarını çınlatan şimşeklerin yakınlara düştüğünü duyabiliyordu. Teknenin önüne çarpan dev dalgalar görüşü kapatıyordu. Kucağındaki hayvana iyice sarıldı denizci. Dümenin başındaydı eski zamanlardaki gibi. Ama bu sefer gidecek yeri yoktu. Acelesi yoktu. Bir yere varmaya da hiç niyeti yoktu zaten. Büyük dalgalar denizin ortasında tekneyi yutarken yere diktiği gözlerini yummuş; köpeğine, son dostuna sıkıca sarılıyordu. Varacak limanın olmayınca nasıl da huzur veriyordu batan gemi.
Ece Çakıroğlu
Comments