küçük prens
- zeynep selma kırılmış
- 8 Tem 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 Tem 2024
seneler geçtikçe şehirlerden görebildiğimiz yıldızların sayısının azalmasının asıl sebebi artan ışıklar mıdır, yoksa kararan gözler, yürekler mi? yaşımız ne kadar artıyorsa bize gülen yıldızları da o kadar az mı hatırlıyoruz gerçekten? yıllar geçtikçe gözümüz karardığından mı bu aydınlatma çabası, "ışık kirliliği”?
insan nüfusu arttıkça ve insanlar "modernleştikçe" ışıkla bile kirletebildik dünyayı. oysa bir çocuğun yüreği ne kadar aydınlık, saf ve temizdir. etrafındaki bunca kirliliğe rağmen tanıyabilir yıldızları. belki de artık yalnızca çocukların bir de çocuk ruhunu koruyabilenlerin vakti vardır yıldızlarla konuşmaya, onları anlamaya. yıldızlar ne çözülmesi gereken sorulardır ne de sayılıp saklanması gereken altınlar. bakmayı bilmeyene her gül sıradan, emek vermeyene her tilki yabani, anlayamayanlar için yıldızlar suskun, ufak tefek ışıklardır. ısrarla bir anlam yüklemeye çalışan kaybolmuş yürekler içinse yön bulmaya yarayan birer pusula…
"modern" dünyada çoğu bireyin ruhu kayıp denilebilir. belki bu sebeple küçük prens bu kadar sevilmiş, dünyanın en çok satan ve okunan kitaplarından biri olmuş. küçük prens'in kendi gezegenini, "gül"ünü ardında bırakarak çıktığı yolculuğun her satırında kendimizden bir şeyler bulmamız mümkün. hatta kaybolmuş bir ruhunuz varsa kitabın sizin de pusulanız olacağını söyleyebiliriz.
107 sayfa boyunca bambaşka bir dünyaya gidiyorsunuz ister istemez. küçük bir prensin küçücük dünyasına. küçük dediğime bakmayın koca dünyada bulamadığı mutluluğu kendi küçük gezegeninde buluyor o. küçük şeyler bize de yetmeli. küçük bir koyun, ufak yanardağlar, minik dikenleri olan minik bir "gül" ve büyüyemeyen baobablar. bizler de küçücüğüz zaten, kendi küçüklüğümüze bakmadan kocaman şeyler isteyip duruyoruz.
hikâyenin başlarında; büyüklerin arasında uzun yıllar geçiren, büyükleri yakından tanıyan ancak kendisinin onlardan biri olmadığını düşündüğümüz pilotun ilerleyen zamanda bizi yanılttığını görüyoruz. küçük prens'le tanıştıklarında prens'in ağzından kaçan "başka gezegenler" sözü çok meraklandırıyor onu. bizler de öyle değil miyiz zaten? hemen herkes evreni kendisinden ibaret sanıyor. başka dünyalar fikri nasıl da korkutuyor bizi... her gezegen yeni düşüncelerdir çünkü. bizimse kafamız yeterince karışık.
“sizin dünya’da insanlar bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine de aradıklarını bulamıyorlar. oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir.” hâlbuki küçük prens’e tek bir “gül” yetiyor. sen de kendi gülünden sorumlusun. başkalarına sıradan olan gül, senin gülün. sana açıyor, sana kokuyor, dikenleri de sana batıyor. uzaktayken anlıyorsun ancak kıymetini, tekliğini. kendi gülümüzden vazgeçersek değil beş bin gül, dünyadaki bütün güller bizim olsa da yetmez, hep eksik kalır bir şeyler.
bu yüzden çok yalnızız çoğumuz. uyruk bulamayan kraldan, hayran bulamayan kendini beğenmişten, hayatını işlemlere adayan iş adamından ve kâşif bulamayan coğrafyacıdan çok daha yalnızız. İki, üç, dört binlerce yalnız ruh yan yana gelince yalnızlık azalıyor mu, artıyor mu? bizler çokluğun içinde tek kalmışız. vazgeçmişiz gülümüzden. çok fazla fikrin, insanın, kuralın arasında boğulup gitmişiz sonra. onlarınsa gülleri hiç olmamış. ve bunlardan birer tanesinde yaşıyorlar yalnızlıklarını, boğulmamışlar henüz bizim gibi.
buradaki tüm gezegenlere her gün uğruyoruz aslında. ve her gün birer kişilik yalnızlıkları birkaç sahte şeyle örtbas etmeye çabalıyoruz. sahte sınırlar, gülüşler veya sahte güllerle. bunun ne kadar işe yaradığını söylemekse zor. dönüp kendimize bakmaya bile vaktimiz yok çünkü. hızlı yaşıyoruz hayatı. yaşamak da değil bu. kendimizden haberimiz yokken bir şekilde ilerlemeye çalışıyoruz. ne olup bittiğini anlayamadan geçip gidiyor günler. ne biz biliyoruz ne istediğimizi ne de öğrenmek için çabalıyoruz. her gün onca koşuşturmaya rağmen nereye gittiğimizi bile bilmiyoruz ve yetmiyor zaman. "bunca çabaya değse bari..."
arada istisnalar da var tabii ki. benim için küçük prens'i okumak mesela veya sizin şu an bu cümleleri okuyor olmanız. kendimize, yapmak zorunda olmadığımız ve yapmayı gerçekten sevdiğimiz bir şey için izin verebildiğimiz birer nefeslik boşluklar. bu mola bittiğindeyse yine, yeni bir koşuşturma başlıyor. böyle molaları ve sonrasını bu büyük yazarlar görebilseydi kahkahalarla gülerdi belki de. hayal edin, insanlar sizin belki de bambaşka düşüncelerle yazdığınız bir yazıyı yorumlayıp tartışırken bir an kendilerini eleştiriyorlar ancak sonrasında aynen devam ediyorlar hayatlarına. sizce de komik değil mi?
fakat birer ütopya değil mi zaten tüm bu karakterler? küçük prens, martı jonathan livingston, leo veya diğerleri… aslında çoğumuzun olmak isteyip de geçici hayat meşgalelerinden bir türlü gerçekleştirmeye zaman bulamadığı, ancak bazı yazarların hayal güçlerinin ürünü kadar tanıyabildiğimiz, ana amacın varmak değil ilerlemek, bakmak değil görmek ve sadece uçabilmek olduğu, alabildiğine özgür ütopyalar.
nasıl “cesur yeni dünya”nın “ford sistemi”nde doğan bebeklerin neredeyse hepsi aynı doğuyorsa küçük prens’in de tanıyabildiği hemen herkes aynıydı. eşit derece sıkıcı, acımasız ve düş kurabilme gücünden yoksun… “ne tuhaf bir gezegen!’ diye düşündü küçük prens. ‘her yer kuru, her yer sivri, her yer sert ve acımasız. insanlarda da düş kurabilme gücü hiç yokmuş. ne söylerseniz onu tekrarlıyorlar. benim gezegenimde bir çiçeğim vardı, söze ilk o başlardı.” ve devam ediyor h. “gençliklerinde ışık onları bir kez aydınlattı, gözleri bir kez açıldı ve yıldızı izlediler ama sonra mantık geldi, dünyanın alaycılığı geldi, yüreksizlik geldi, sözde başarısızlıklar geldi, yorgunluk ve hayal kırıklığı geldi, böylece kendilerini yeniden kaybettiler, yeniden kör oldular.”
“benimle uçmak ister misin bu gece? / yükseklerde olmaktan korkar mısın?
topraktan ayrılalım bir süre için / dünya bir yere kaçmaz
biz yüzerken göklerde / gel benimle ol / unut bütün dertlerini
rüzgâr bizi bekler / daha fazla vakit kaybetmeyelim” derken belki de haklıydı yavuz çetin.
hepimiz uçmak istiyorduk çünkü bu gece ve her gece, cemal süreya boşuna dememişti “kısa” adlı şiirinde;
hayat kısa,
kuşlar uçuyor.
küçük prens… aslında ne bir çocuk ne bir prens ne de bir martı… ne olduğunu söylemek zor. gözleriyle değil, yüreğiyle görüyor o, çünkü gözler kördür. “insan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. gerçeğin mayası gözle görülmez.” yüreğiyle görenler içinse ağır birer yüktür bedenleri, yolları uzundur ve o ağırlığı taşıyacak güçleri yoktur.
Zeynep Selma Kırılmış
Süper
Neden edebiyat ve düşünce kulübünün başkanı olduğunun kanıtı niteliğinde bir inceleme olmuş :)