top of page
heykel 2 .jpg

Karakter Müzesi

Güncelleme tarihi: 2 Ağu 2024

“Varoluş, özden önce gelir.”

Dünyaya yalnızca ıslak ve çıplak bir bedenle başlar insanoğlu, bu bedenin içerisine ise taşıyabileceğinden daha ağır olan bir öz yerleştirilir. Bu çıplak bedende maddeye dökülemeyen her tecrübe özde vücut bulur, olgunlaşır ve kendi kendini var eder. Eğitilir, sınırlara tabi tutulur, kimi zaman sınırları yıkar ve özgürleşir. Ve bunların hepsi bir karakteri oluşturur, başka bir deyişle, iç dünyamızı.

           

Karakterimiz bizim için bir bağdır aslında, bedenimiz ve özümüzü senkronize eden bir ilmek; ve bu bağla şekillenir geleceğin sayısız olasılığı. Henüz bir çocukken temizdir bu karakter, hatasız ve bembeyaz bir sayfaya sahiptir. Yaşadıkça ve yeni tecrübeler edindikçe mürekkep bulaşır insanın kalemine ve bu sayfa dolmaya başlar, kimi zaman karışık yazılar yazılır, harfler birbirinin üstüne biner, kimi zaman da düzenli ve okunaklı bir yazı yazılır. Sayfalar dolar ve çevrilir, yeni sayfalara başlanır. Ancak değişmeyen bir şey vardır: Kağıda yazılan bir daha silinmez, çünkü silgisi yoktur tecrübelerin, geri alınamaz. Biz hata deriz buna, geri kalan her sayfa kusursuz bir düzene sahip olsa da ilk sayfalarda birkaç bozukluk görülür, ancak tüm sayfa kusursuz olsa dahi göze ilk ilişen karmaşık bir çarpı işareti olur.


Sayfalar çoğalır ve birleşir, bir kitap oluşturur, işte karakter budur, bir kitap, tecrübeler dizini, hatalar tutanağı, güzel günlerin hatırlatıcıları. Artık bir kitap olmuştur insanın karakteri ve bu kitap bitmez kalemimizin mürekkebi tükenene kadar.

          

Islak ve çıplak, küçük beden de büyüyüp evrilir, gençleşir, karakterimiz gibi o da şekillenir. Ve böylece bir birey oluşur.

 

Bu birey hayata atılmaya başlar, ailesiyle tanışır, arkadaşları olur, okula başlar, eğitim görür, öğrendiklerini kendine katmaya devam eder. Bu zamanlarda hayat henüz küçüktür, birkaç arkadaş, aile ve okul arasında gidip gelir, ve bir kitap yeterli olur bu birey için. Fakat zamanla daha karmaşık ilişkiler yaşamaya başlar bu birey, artık aile ve okuldan arasındaki gelgitlerden daha fazlasına sahip olur, mekân algısı gelişir, şehirlerle kişilikleri arasında bağlantılar kurar, bir sinir ağı gibi dallanıp budaklanır. Ve tüm bu karmaşa içinde bulunduğu konumu korumak isteyen bireyin karakter kitabı gittikçe kalınlaşır, içerisine sayısız hata not edilir, kitap gerçek anlamda bir şaheser olmaya yaklaşır.


Fakat insanın hayatının sonuna kadar tek ve aynı kitapla devam edebilmesi mümkün müdür? Başlarında yalnızca küçük bir olay örgüsüne sahip olan bir hikaye, kitabın sonlarında büyük bir romana dönüşebilir mi? İşte bu yüzden farklı bir defter alırız elimize ve bir önceki kitabımızdan daha güzelini yazmaya çalışırız, bu sefer hata yapmamaya daha da dikkat ederek doldururuz sayfaları.


Ve hızlı geçer bu zamanlar, elimizde kalemimiz ve sınırsız mürekkeple doldururuz sayfaları, yeni defterlere başlarız yeni hatalar yaparız. Bir kitaba sığan karakterimiz artık bir kütüphane dolusu kitaba dönüşür.


Yazarken çok farkında olmaz insan ama elbette ki bir yerde mürekkebimiz tükenir ve yazmaya ara veriririz, işte bu noktada kütüphanenin karşısına geçer ve yüzlerce kitaba bakarız ve bir soru gelir aklımıza: Bunlardan hangisi gerçek ‘ben’im?


Kafamı dizlerime koymuş ve öylece oturuyordum birkaç saattir, hayatımın önemli yıllarını geçirdiğim bu şehirden ayrılmak üzereydim, bir yandan sonradan pişman olmamak için son anlarımı güzel geçirmek istiyor, bir yandan da vedalardan nefret eden biri olarak arkamı dönmeden uzaklaşmak istiyordum bu kentten. Daha gençtim ve hayatımın geri kalanı parlak bir ışıkla parıldıyordu fakat ben yine de bu geçmişteki karanlıkta takılı kalmak istiyor gibiydim, ne kadar karanlık olsa da gözlerim alışmıştı artık ve gözlerim bu karanlıklar içindeki sokakların en parlak hallerine de tanık olmuştu. Son bir turu hak ediyordu bu şehir, en azından bunca hatıraya yaptığı ev sahipliğinin altında ezilse de hiç sesini çıkarmayan sokak lambaları son bir kez daha rehberim olabilmeyi hak ediyordu.


Tren raylarını takip ederek yürüdüm bir süre, kimi zaman gruplar halinde ezdiğimiz kaldırımları bir kez daha selamladım. Şu yanından geçtiğim çardakta otururduk arkadaşlarımla ve sohbet ederdik, küçük hayatlarımızı birbirimize anlatır ve kendi kitaplarımızı yazardık.


Buram buram hatıra kokuyor hava ve sokakların neresine baksam bir ‘ilk’imi görüyordum, artık alışkanlığım olan bazı şeylerin ilk adımlarını. Kitabımdaki yazıların karmaşıklaşmasına sebep olan bazı hatalara misafir olan ağaçları da. Pek çok kitap yazmıştım ben bu çardaklarda.


Şimdi kütüphanem çok geniş, bunu bu şehre, aileme, arkadaşlarıma borçluyum. Ve bu şehirden ayrılırken yine mürekkebimin kuruduğunu hissediyorum, çünkü hayatımın çok önemli kısmı burada geçmiş ve artık belki de hiç geri dönmeyeceğim, bunun verdiği bir burukluk var. Ama bir yandan da sevmiyor değilim bu anı, artık arkama yaslanıp durmaksızın yazdığım bu kitapları gözden geçirmenin vakti gelmişti.


.


Eski kitapları gözden geçiriyordum, okumaktan gerçekten keyif aldığım o büyük kitapları. Bu kitapları okumuştum artık ve hiçbir zaman tekrar ilk kez okuyamayacak ve ilkin o eşsiz tadını tekrar hissedemeyecektim.


Dediğim gibi, hatalarla doluydu bazı kitaplar, hatta bazıları o kadar hatayla doluydu ki bir sonraki sayfaya geçip o hatalar sanki hiç olmamış gibi yazmaya devam edemiyordum. Uzun süre açık kalmıştı bu kitaplardan biri, istediğim sonu getiremediğimden bitmediğini düşünüyordum. Ancak her kitap bir ‘son’a sahip olmak zorunda değildi. Ve bir yerde sonuna nokta koyup kitabı kapatmak gerekirdi. 


Kapağını kapatıp onu kütüphanemin en karanlık ve uzak köşesine yerleştirsem de bu bir başarısızlıktı benim için. O kitap kocaman bir beyaz sayfanın ortasında duran siyah bir noktaydı. Ve bu kitap yüzünden mürekkebim kurumaktaymış gibi hissediyordum, artık içimden eskisi gibi yazmak ve okumak gelmiyordu.

Aradan yıllar geçince karşıma bir fırsat çıkardı hayat, bu yeni ben, kapalı duran o kitabı boş vermeyi öğretti, yeni bir kitap yazdık usanmadan, eski ben ile birlikte. Yepyeni bir kitap. Kütüphanemde hiç olmayan türden bir kitap. Kuruyan mürekkebimi tekrar ıslatmış ve kalemimi uyandırmıştı bu.


İlginç bir yanı vardı bu kitabın, hem diğer kitaplarla hiçbir ilişkisi yoktu hem de diğer tüm kitapları içeriyordu. Aynı zamanda çok kısa zamanda yazmıştım bu kitabı, bu şehirden ayrılmama yalnızca birkaç hafta kala.


Ve kitabı yazarken tuttu düşüncelerimden, birlikte yazdık bazı sayfaları, evet, boş vermeyi öğretmişti bana, mürekkebimi yeniden ıslatmış, artık bitmemiş olarak duran o kitaplar benim için tamamlanmış hikayelere dönüşmüştü.


.


Şehirden ayrılırken bir hüzün kaplasa da içimi, ardımda bir şey bırakmadığımı biliyordum, aklıma takılan ve orada karışan bir istek kalmamıştı.


Yalnızca bir soru kalmıştı ardımda bıraktığım, belki cevaplamaya korkmamdan belki de gerçekten cevabını bilmediğimden, beni güncemin başına tutsak edip bu cümleleri yazmaya iten. Belki de birlikte yepyeni bir kitap yazdığımız eski ben sorduğu için bu kadar takılmıştı aklıma: “Nasıl bu kadar çok karakterin olabiliyor ve nasıl bu kadar hızlı değiştirebiliyorsun?”


.


İlkin bu soru garip gelmişti bana, çünkü bilmiyordum birden fazla kitap yazdığımı, benim için tekti karakterim, o doğduğum andan beri yazdığım büyük kitaptı. Fakat yaşadıkça öğreniyordum, aslında tek kitap değildi bu, parça parçaydı, sürekli bir kitabı açıyor, diğerini kapatıyordum; bazı kitaplar toz tutarken bazı kitapların cildi kullanılmaktan yıpranıyordu. Ve başlarda bir kitabı açıp kapamak zor gelmesine rağmen artık bunu hiç çekinmeden kolaylıkla yapabiliyor, hatta bazen iki kitabı birlikte okuduğum dahi oluyordu. Bu kitaplar, bulunduğum ortama göre çok çabuk değişiyordu, kimi zaman fark etmeden, bilinçsizce yapıyordum bunu; aynı masada oturan üç farklı kişiye üç farklı insan olabiliyordum.


İnsanlara ayrı ayrı kitaplarım vardı, her birine o kitabıma göre davranıyor, davranışlarımı, cümlelerimi ona göre belirliyordum.


Ve bu insanlar belki de benim sadece o yönümü gördüğüm için beni yalnızca o kitap kadar sanıyordu, dar ve karşımdakinin görmesine izin verdiğim kadarını. Fakat tüm bu kitaplar aslında bir kütüphanenin parçasıydı ve aslında bizim karakter dediğimiz şey her bir kitap değil, o yüzlerce kitaptan oluşan kütüphaneydi. Bir kitabı okumakla kütüphane hakkında yorum yapılamazdı.


Ve benim de kütüphanem genişti, çünkü pek çok insanla ilişki kurmuş ve farklı şehirler görmüştüm, her biri içinse daima yeni kitaplar yazmıştım. Çok fazla hata yapmıştım ve tüm bu hatalar, bir sonraki kitabımın daha iyi olmasını sağlamıştı. İşte bu yüzden çok kitabım vardı, fakat dediğim gibi, karakter değildi bunlar, karakterimin bir parçasıydı.


.


Ancak bu şehirden ayrılırken bu kitapların bazılarını tekrar açamayacak olduğumu biliyordum, artık ne o kişilerle eskisi kadar çok görüşebilecek ne de o şehirde olacaktım. Bunları artık karakter müzeme yerleştirebilirdim. Bu kitaplar bir daha açılmayacaktı belki de, fakat biliyordum ki onlar daima o büyük kütüphanenin bir parçası olmaya devam edecekti.


.


Gökyüzünün siyahı, yerini maviye bırakmaya başlamıştı, artık şehirden ayrılmamın vakti gelmişti. Üstümdeki ince ceketi çıkardım, çantama koydum ve istasyona doğru yürüdüm ve biletteki yerime oturdum. Karakter müzemdeki o büyük kütüphane ile yalnızca bu şehirden ayrılmaya hazır değildim, artık ben gideceğim yere varmaya da hazırdım.


Orkun Yündem


Son Yazılar

Hepsini Gör

留言

評等為 0(最高為 5 顆星)。
暫無評等

新增評等

Diğer Yazılar

Güncel içeriklerden anında haberdar olmak için üye olmayı unutmayınız!

  • Instagram

© 2024 by Limits-iz Dergi. Powered and secured by Wix.

bottom of page