On İki
- Defne Bülbül
- 27 Tem 2024
- 1 dakikada okunur
Akşamüstüydü; günün son ışıklarının yeryüzüyle vedalaştığı, sararmış yüzlerin ve isli bakışların güne en çok yakıştığı, balmumundan ellerin birbirine uzandığı, sokakların ay ışığıyla gözlerinin hanesine düşmeye hazırlandığı saatlerdi. Duvarın dibinde kedinin biri olacaklardan önceden haberi varmış gibi ezbere bildiği numaraları çeviriyordu. Basamaklarına küf oturmuş merdivenlerin bu saatlerde ıssız, arkandan gelirler. Onlar da gittikçe artık üstümüzdeki gökyüzünün rengi gövdemizden ayrışır, keskin vişne çürüğü kanar pembenin buğusuna, yazdan kalma günlerin tabutu çivilenir. Ne güzel! Deniz köpüğü hafifliğindesin artık, topuklarımızın altındaki beton kaldırım kadar soğuk, adımların yankılı ve gözlerinin ışığı yerini yas heykellerine özgü gölgelere bırakmış. Gökyüzünün harikulade kırmızılığa büründüğü, süzüldüğü bu saatlerde dalıp giderim bazen; zamanın bir parçasına sıkışırım, boşluklarımı kendimle doldururum. Ellerimi ellerime alırım sonra, ellerim simsiyah katranlı ve düğümlü, ellerindeydiler. Tırnak diplerimi yolarcasına yıkamıştım halbuki, parmaklarımı koparırcasına. Avuçlarım sıcaktan birbirine yapışana, parmak izlerim şekilsiz birer yumruya yitene dek yıkamıştım. Ama benim ellerimdi onlar, öyle kaldılar.
Defne Bülbül
Comentarios